28 Nisan 2011 Perşembe

Okuyarak dinlemek.

..
Ne zamandır bekliyor, elinde bir paket, fiyongu açılmamış. Kırmızı. Hep elinde tutuyor aynı günün aynı saatinde. Hazır.
Sevmez aşikar süprizleri, tuhafına gidiyor açıkcası da, söylemeye de çekinir işte. Huysuz.
Sabitlikten hoşlanmaz, göçebelikten yorulur. Bir arada bir derede nefes almaya çalışırken bir bakar ki olan olmuş, gelen gitmiştir işte.
Şaşırır, tepkiseldir. Tepkiselliği buzdağından farksız. Bitti sanırsın, ummadığın anda, aniden daha güçlü daha istikrarlı yeniden, olmamış gibi.
Yutkunmasını da öğrenmiş artık. Eskiden ağzına geleni tükürürdü sağa sola, umurunda olmazdı, ne ise oydu çünkü. Artık değil. Susmayı değil ama yutkunmayı çözmüş. Her halinden belli.
Çok taciz ediyorlar ruhunu. Soğurmuşken herşeyi artçılarla yeniden karşısına dikiliyor işte. Ne yapsın?
Hangi yakasını tutsa o kısmı elinde kalıyor görünen o ki.
Gitmekten değil de kalmaktan daha çok korkuyormuş. Öyle yazmış geçende, okudum.
Bu sebeptendir ki elini uzatmaktan korkar olmuş.
Güçlü kadındır aslına bakarsan, çaktırmamayı da iyice öğrenmiş. Bilmeyen anlamaz kalıbımı basarım ki! Çok seviyor bu tarafını. Anlaşılmamanın o balını. Görünen gibi olduğunu sanmayı, sadece kendini bilmeyi, saklanmayı, örtmeyi.

Saatleri oldukça sessiz bu aralar. Zamanın geçtiğini güneşten anlıyor. Zaman mefhumuna pek ihtiyacı yok gibi. Zaten akıyor diye yazmış bana geçenlerde, "iyisi mi aksın gitsin bulaşmadan, ben uyarım ona da"
Düşünüyor taşınıyor da bazen kendini sadece bakarken yakalıyor. Görmeden bakmak meditasyon gibi adeta, düşüncesiz farkındalık işte. Anlaşılan sallamış ayaklarını iskeleden aşağı, söylemese de açık açık anlaşılan bu.

Aynı yollardan eskimiş yüzü. Durup durup yön değiştirmekten de. "Artık gökyüzüne bir ton daha turuncu eklemeli" demiş bir arkadaşına. "Yıllardır aynı. Hep aynı. Yürüdüğüm yer grisi de aynı. Ona da mor yakışır bak."
Sessizlikle konuşmasını da çok iyi bilir. Rahatsız etmemesi gerektiğini kanıksamış, odada sevdiği uyur gibi saygılıdır sessizliğine. Yalnız uyanmanın kokusunu bastırıyor böylelikle, kimseye demiyor bunu. Ben anlıyorum ama.

Bir küçücük dileği var. Dilek de denmez ya "umut". O da yaşam belirtisi için.
Filizlense, denklemi de çözmüş olacak, inanıyor. Kimseye söylememiş, sır'mış.
Olursa anlatacak bana.

Dillendirdikçe büyür insanın içinde, sessizlik adak gibi.



b'2804

24 Nisan 2011 Pazar

Nefes! Derin nefes!

Bazen anlatabilmek için susmak kafi.
Uzattıkça dallanan budaklanan soru işaretleri, açıklamalarla iyice bok olan denklemlere dönüştüğü vakit: Kaybolma vaktidir.

Ne eleştiri, ne tenkit. Sanırım "en" tahammulsüz saatlerim/günlerim bu anlar. Ne diye ne için ne sebeple düşünmeye fırsat vermeden akıp gitmesi ilk şartımız. Kesinlikle.

"Yükseklerden baktım, en tepelerden. Oldum olası hayrandım aslında sana, durup düşündüğümde yüzümdeki gülümsemenin sebebi de buydu. Sinsice mi dersin, gizli kapaklı mı, her ne ise. Önemli olan etkidir üzerimde asılı kalan. Tahmin etmiştim, düşünmüştüm. Bazen düşünceme kızmıştım, çoğunlukla desteklemiştim ama, derin bir nefesle sonlandırmıştım her seferinde. Belki tenimden anlaşılmıştır veyahut ellerimle devamlı oynamamdan, bilemem. Ben hissettiğimi duyarım aynı zamanda. Duymuştum, beklemiştim. Hayal kurma aşamasına gelemeden de susmuştum, kıpırdamadan. Kıpırdayınca kırılabilirdi, düşebilirdi çünkü, sen de bilirdin. Ürkeklik, korku, endişe, gürültü.
Hepsi içinde biraz ondan biraz bundan veya tam anlamıyla benden gelen kokular vardı. Birkaç saniye içinde iki kesişmeyen yolun ortasında belirdim, etrafıma bakındığımda ise varolanların toplamı bir elimin parmaklarını geçmiyordu işte. Hayallerimin teminatlarını kendi avcumda tutmaya çalışırken kanatıyordum birer ikişer. Önleyemedim..
Derin sessizliklerden nefret ettim, konuşmadığım zamanlarda. Karşılıklı sustuk. Öylece kaldı. Kim toplayacak ki arkasını, kimbilir?"

Taşların, duvarların arasından hayata direnerek yaprak açmaya çalışan kök benim için hep daha kutsaldır.




12 Nisan 2011 Salı

Ego'sal

..
Kimi zaman - ki şimdi de o zamanlardan biri - yutkunup, sağlıklı düşünmek için yiyorum beynimi. Ani ve aksi hareketlerin doğurabileceklerine katlanabilir miyim bilmiyorum. Nazik ve narin bir o kadar da dokunaklı düşünceler bunlar.
Bıngıldak gibi. Yanlış - veya tedbirsiz - amatörce yaklaşmamalıyım. Oluşabilecek çukurlar, bir ömür üstüne yapışmaya yeter de artar.
Derin nefesleri ciğerime çekmekten, içimden bilmem kaçlara kadar saymaktan, hayal kurup sakinleşmek için yaptıklarımdan yanıma kalanlarla dolduracağım türlü boşluklarım var. Bazen bir burun, bazen göbek deliği.
İnce eleyip sık dokumak deyimini ortak nokta yaparsam, içinden çıkılması zor paradokslar doğurmasına da katlanmalıyım.
Yapmazsam, daha çok şeye katlanmalıyım.
Ama hep katlanmalıyım.

"Susuzluğu gidermek için şelaleye ihtiyaç yok nasılsa, çeşme de görür bu işi, kafi."

Rüyalarımda hep aynı şeyleri görmüyorum. Bir şeye dibine kadar inanıp yürümedim hiç. Hep bir B planım vardı. Ne kadar sıkıcı.
Sanırım bu sebepten zamanlar aktıkça, düşündüklerimin odak noktaları şaştı. Hepsinde neredeyse standart olarak görülenler, artık kadrajdan kadraja değişiyor. Utanmadan.
Zaman ne kadar piç ve zeki.
Bende yerinde olsaydım parmağımda oynatırdım ben'i. Tüm zaaflarımı bilen eski sevgiliden farksız açığımı gözlüyor, bariz.

Şimdi ben, ne olup çıkmalıyım karşısına? Ters köşelerdeyken akıllanmak monoton bir hal aldı sanki gitgide.
Risk almak için hala vaktim var. Tersini düşününce taşıdıklarımın sayısı da gramı da artıyor durduğu yerde. Durup dururken bunlara maruz kalmayı seçmek körlük mü? Vicdan mı? Kendin için yaşamayı becerememek mi?

Seçmediğim her olgu için, bir hakkım olduğunu düşünüyorum.
Küçük de olsa o hakkı doğurmalı bu bedenim.

11 Nisan 2011 Pazartesi

Vs

Dünyanın acısı benden yırtılmış,
Onca kesik yol içimde, onca harita.
Ağrıyla soğukla sustum, dönülmezdi
Dönülmez, üstüm başım buz iğnesi.

Parça parça neye benzedim bilemem
Kuzeyden bir kurt kaldı içimde,
Sesi sularla sisli.

Sararan yaprağın zehri benmişim,
Ve meğer buzulun orijini
Düz yolları, yokuşları, ışıklı şehirleri
Ne çok isimle çağırdım ne çok şeyi!

İnceciğim, kırığım, anla..
Bu yüksekten bir düzlüğe indir beni.

(B.Keskin)


O kaymaklı tadın arkasındaki ben, bazen adam oldum, bazen kadın. Kılıklar arası gidip gelmek ne imiş sorsalar, saatlerce anlatırım susmadan.
Vicdan ile ego çatıştıkça açığa çıkan enerji değil asitmiş meğer.
 

4 Nisan 2011 Pazartesi

Hey, biraz daha oturmaz mısın?

Başlamadan tedirgin olmak ne saçma.
Satırlarıma hükmedememekten dolayı duyulan endişe. Acaba parmaklarımı tamamen özgür bıraksam, sonuçlarını okumaya cesaretim olur mu? Yoksa tedbiri elden bırakmadan yalnızca okuyunca duymaya katlanabileceklerimden mi oluşmalı..cümlelerim?

(Beynime bağlı elektrotlar yardımı ile düşüncelerimin kelimelere dökülmesini istiyorum bazen)

Midemdeki krampların beyin damarlarıma ulaştığını hissediyorum. Yavaştan yukarı düşen dairesel hareketler ile. Tamamen yerçekimine aykırı.

"Evet, gözlerimi kapadığım vakit seni görmüyorum. O'nu da görmüyorum. Sanırım gördüğüm çiçek de tanıdık değil, kediler de, renkler de. Hiçbiri.
Kendimden olmadığım kadar emin olarak yürüyorum. Sanki yıllarımı verdiğim sokaklarda, ezbere bildiklerimle yürür gibi. Terliklerim var, hava ıslak.
Üstümdeki elbise çok zaman öncelerden kalan, eskimemiş ama unutulmuşlardan. Dolap köşelerinde gününü bekleyenlerden. Renkler biraz solmuş, ama görevinin başında.
Saçlarım hepsinden tuhaf. Hiç bu kadar uzun olmadılar ki? İzin veremedim uzamalarına. Bu sefer farkına varmadan bu hale gelmişler işte. İnandıklarım, önemsediklerim ve hatta savunduklarım çantamda değil. Dahası çantam da yok zaten. Ellerim ceplerimde, cebimde parmaklarımın ucuyla dokunarak hissettiğim birkaç adet fıstık ve ceviz var yalnızca. Aklımın derinliklerinde olup bitenlere akıl erdirmeye çalışırken, bir yandan inkar etmiyorum hiçbir şeyi. Ellerim soğuk da değil, titremiyorlar da. Yutkunduğum vakit hali hazırda yeni biten bir kadehin son damlası akıyor boğazımdan. Kaliteli bir viski gibi yakmadan ama hissettirerek kayıp gidiyor. Tanımak için dilimi ağzımın içinde gezdiriyorum bir damlasının yarısına bile ulaşsam, dilim tanır diye düşünüyorum. Lakin cevap yok.
Güneşin bu denli yakmadan sadece ısıtarak rahatlatmaya çalışmasına saygım sonsuz, cevapsız kalan herşeye olduğu gibi, ona da çok güveniyorum."



b'0404

3 Nisan 2011 Pazar

Uykuluk

Beklentilerin hepsi ölmeli.
Ben, sen ve hepimiz için. Oldum olası adiliğin ve kahpeliğin bir başka yüzü derim ben. O ellerinle diriltebildiğin heyecanı baştan aşağı yıkan en kuvvetli olgulardan.

Beklentisizlikle gelen mutluluk, o sabah yediğin tostun umduğundan daha gevrek olması gibi. Öylesine kaptırmış giderken göremeyeceğin her detayda saklı. Örtü altında, tablo arkasında bir yerlerde.
Şimdi ben düşünüyorum. Aklıma getiriyorum. kıpırdanıyorum. Ama susuyorum.

Uykuya gidiyorum.