27 Ekim 2013 Pazar

Ters-ine



Yeryüzü her saçmalığa gebe. Sen de bir yüzüsün yerin. Türlü endişelerin var. Gerekli gereksiz kaygılarının ana yurdu nefesin kadar canının bir parçasında. Yuttuğun lokmalar gibi senin hamurundan. Öz sıvılar gibi. Hepsi içiçe. Hepsi +sonsuz.
Ve hepsi yere en sağlam ayaklarla çivilenmiş.

Sen ve ben gibiler, hep kaygan. Elle tutulamayan, küçük organizmalar kadar afaki.
Bir varıp bir yokolma işini realitede abartmışız. Almış gitmiş mevzu. Göz önüne gelip sırt dönüp  gidebilmek gibi mesela. Gözünün önünde. Aniden. Apansız. Şaşırmaya fırsat veremeden.
Ah, çok gereksiz. Çok vahim.

Öğrenmiyoruz da, o da var.
İnat kuvvetleri başı öyle bir çekiyor ki. Direnmenin asıl sözlük anlamı ego ile senin aranda. Öteye git diyemiyorsun ya mesela. Başlarken geriye düşüp, kıvranırken el uzatamıyorsun bile.
İnsan'sın. Zaaflardan örülmüş bir kumaş ve kumaşına hayran bir ego, yani.

Diyelim ki erken;
Daha vakit var. Ne gitmek ne de kalmak için direnmeye lüzum yok.

Varsayalım ki hiç gelmedin;
Ben sana hiç değmedim. Ne elimle, ne de gözümle.






b'2610

19 Ekim 2013 Cumartesi

Merdiven.





Akıntının nerede yön değiştireceğini bilen uyuz insanlar gibiyim. Hevesleri kursaklarda bırakıp yudumları boğazlara dizen, huysuz.
İtina ile bana yansıtılan her saçmalıktan ötürü mü? Yoksa kendimi kandırmadaki başarımın henüz ödüllendirilmemiş olması mı? İkisi de birbirinden sinir bozucu.

Merdivenler boyu düşündüm. Kah dönen, kah normal farketmez. Hepsinde bir bitiş heyecanı yada sonunu görebilme telaşı var. Tümünde aşağı inen insanlar sana acır. Bir zamanlar senin gibi olmalarının dışında. Şu an senin gibi olmadıkları için sana acırlar. Gözlerindeki o bulutsu ve riyakar acıma.
Çok katların son basamaklarında daha çok kendini gösteren küstahlık. İçimize sinen değil, yapışan en korkunç günah.

Sarılmadan daha fazla yürüyemeyecekmişim gibi. Bir kol, bir el, bir bel, bir beden her neyse. Tutunmaya başlamak için  elverişli havaları sabitliyoruz, biz. Herşey adımlardan oluşuyor. Yavaş, sakin.
Duyrulmadan, konuşmadan belki. Hatta çokça unuturcasına. Hiç görmemiş, hiç konuşmamış, hiç sevişmemiş gibi. Uzaktan ama bakmadan.
Çok etkisinde kalmışız, dilek tutarken çok ciddi davranmanın, asla dileğini paylaşmamanın. Paylaşmak kabullenmektir bir nevi. Kabullenince inanır insan, n'apsın.
Paylaşılırsa olmaz o dilek. Tutmaz. Ne istediğini söylemek için can atan o temizliğe bir kova bok atmak kadar ayıp bunlar. Her defasında hatırlatıldı. Dendi ki; kendini korumaya al, dileğine sahip çık, takip et. Ama asla dillendirme..

Olmuş/olması için zorlanmış dileklerin zamanı ne zaman dolar?
Ne zamandan sonra hayat paylaşılırsa değersizleşmez?
Hangi vakit içinden geldiği gibi konuşabilir insan?
İnsan, korkularının en azından bir kısmından ne zaman tamamen arınabilir?
Taşıyıcı hizmetlerden kimler muaf olur?
Pahası ağır günahların bedeli hep aynı kişiye mi kesilir?
Yoktan varedilen tüm sorular cevapsız kalmaya mahkum mudur?


Her yeni günde her yeni zamanda ve gecede hep aynı kalan yalnızca sessizlik midir yoksa kader mi?

b'1910