Nefesimin donup elime düştüğünü gördüm.
Sanrıların yalnızca bedenden ibaret olmadığını.
Düşüncenin kuyruklarının hiç de akla gelmeyecek kadar süslü olduğunu.
Varoluşsal tüm hazların ve beklentilerin üstünden tırların geçebildiğini.
Aklın yolu da bir değil. Bir çok. Henüz kendilerine iletemedik ama,
sandıklarından çok daha büyük. Yorgunlukları, beklentileri de. Grinin tonları
kadar farklı yüzündeki çizgiler. Her biri bir yerde.
Yolculuklar gibi.
Hepsinin farklı olması gibi. Kalmanın
anlamsızlaştığı her gün gibi.
Nefesimin donup elime düştüğünü gördüm, bir de bir
yukarı bir aşağı koşmanın hiç bu denli keyifli olmadığını.
Manzaralar sürekli oynarken bir öncekiyle bile bir
anım olmadığı için teşekkür ettim. Anıların dünyanın en boktan şeyi olduğunu
düşündüm. Ama sadece boktanlığı düşündüm. Bunun da bir anı olmamasına gayret
ederek, ucundan düşündüm.
Sonra yeniden baktım. Bir saniye öncesinden kalan
hiçbir şey taşınmamıştı başucuma. Hepsi o “an”ın parçası idi yalnızca. Göz açıp
kapama süresince, o da gitti.
Hepimiz gittik. Koca bir demir yığını içinde,
hepimiz bir yere gittik. Yok olmadan ama belirsizleşerek.
Ses hiç hız kesmedi.
Yalnızlık diye anlamlandırdığın ne varsa, tümü
gibi, hiç hız kesmedi. Hareket etmediğin zamanların bir cevabı olduğunu
gösterdi bitene dek. Şimdiye kadar sadece yokluktan akla gelmemiş, o kadar.
Sonra okudum. Soluksuz okudum. Tüm düşünceleri
okudum.
Uykusuz kalana dek okudum. Ateş bitti,
yine okudum. Sınırlandırdığım ne varsa her şeyin sülalesine söve söve okudum. Parçalardan
bir kaçı düşmüş, sonra fark ettim. Üstelemedim.
Onları da orada bırakarak devam ettim.
Hep devam ettim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder