19 Ekim 2013 Cumartesi

Merdiven.





Akıntının nerede yön değiştireceğini bilen uyuz insanlar gibiyim. Hevesleri kursaklarda bırakıp yudumları boğazlara dizen, huysuz.
İtina ile bana yansıtılan her saçmalıktan ötürü mü? Yoksa kendimi kandırmadaki başarımın henüz ödüllendirilmemiş olması mı? İkisi de birbirinden sinir bozucu.

Merdivenler boyu düşündüm. Kah dönen, kah normal farketmez. Hepsinde bir bitiş heyecanı yada sonunu görebilme telaşı var. Tümünde aşağı inen insanlar sana acır. Bir zamanlar senin gibi olmalarının dışında. Şu an senin gibi olmadıkları için sana acırlar. Gözlerindeki o bulutsu ve riyakar acıma.
Çok katların son basamaklarında daha çok kendini gösteren küstahlık. İçimize sinen değil, yapışan en korkunç günah.

Sarılmadan daha fazla yürüyemeyecekmişim gibi. Bir kol, bir el, bir bel, bir beden her neyse. Tutunmaya başlamak için  elverişli havaları sabitliyoruz, biz. Herşey adımlardan oluşuyor. Yavaş, sakin.
Duyrulmadan, konuşmadan belki. Hatta çokça unuturcasına. Hiç görmemiş, hiç konuşmamış, hiç sevişmemiş gibi. Uzaktan ama bakmadan.
Çok etkisinde kalmışız, dilek tutarken çok ciddi davranmanın, asla dileğini paylaşmamanın. Paylaşmak kabullenmektir bir nevi. Kabullenince inanır insan, n'apsın.
Paylaşılırsa olmaz o dilek. Tutmaz. Ne istediğini söylemek için can atan o temizliğe bir kova bok atmak kadar ayıp bunlar. Her defasında hatırlatıldı. Dendi ki; kendini korumaya al, dileğine sahip çık, takip et. Ama asla dillendirme..

Olmuş/olması için zorlanmış dileklerin zamanı ne zaman dolar?
Ne zamandan sonra hayat paylaşılırsa değersizleşmez?
Hangi vakit içinden geldiği gibi konuşabilir insan?
İnsan, korkularının en azından bir kısmından ne zaman tamamen arınabilir?
Taşıyıcı hizmetlerden kimler muaf olur?
Pahası ağır günahların bedeli hep aynı kişiye mi kesilir?
Yoktan varedilen tüm sorular cevapsız kalmaya mahkum mudur?


Her yeni günde her yeni zamanda ve gecede hep aynı kalan yalnızca sessizlik midir yoksa kader mi?

b'1910





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder