14 Eylül 2011 Çarşamba

Yokluğun Tesellisi

Her seferinde aç kalkıyordun masamdan. Doyuramıyordum elimdekini, cebimdekini önüne yatırsam da. Çok pişmişlerin kanlı tarafları seni bulurdu - nedense?
Senaryo bize ait değildi elbette. Oradan buradan çalı çırpı toplarcasına çalmıştın, bendeniz ise sadece izlemiştim. Çalıntı yada alıntı diyelim, ara bedene uymaz demiştim, dediğimle kalmıştım. Aslına bakarsan dışımdan söylediklerimin aslında içimdekiyle denk olduğunu yeni farketmiştim. Tek yanlış ağzımı açmadan söylememdi demek - diyorum şimdilerde.
Kalıpların köşeleri farklı geldi, erkek-dişi birbirine oturamadı. Oturamadıkça yamuldu, yamuldukça sinir bastı. Pembe sinirlerim var, seninkinden çok daha dişi. Uçları da var, sersemlemiş.
Mekanizma oldukça sabit. Yerinden oynatmaya vinç gerek, hali hazırda ağaçta kalan kedileri de aşağı getirecek, sözü var bana.
Senin de vardı, hatırlar mısın? Bilmem kaç kilo mısırın üzerine edilmiş yeminlermiş onlar. Tanelerin içindeki tuzda erimiş de gitmiş. Kimse hatırlamazken benim gözümün önünde olması benim saflığımdan mıdır? Yoksa senin beceriksizliğinden mi?
Beceri aslen insanın varoluşunda gizlidir. O varsa, diğerleri de olur. Yoksa zaten bakıp anlam aramak da bir bakıma yanlış. Her bir doğru kendiliğinden belirince yanlışlar fosforlu kalemle belirginleşiyor görebiliyor musun sen de? Yoksa onu da bir tek ben mi görebiliyorum?

Çıksan bana desen ki, sen aslında kendinle seviştin diye, şaşırmam diye düşünüyorum. Bakıyorum aynaya, aynadaki de bana. İkimiz de şaşırmıyoruz. Olasılıkları seviyoruz. Kimse rahatsız değil aynadaki de ben de. Biz seviyoruz üstelik.
"Nefretle karışık sevgi, veyahut heyecan"



b'1409

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder