Bir yerde doğrusu yazmıyor işte.
Aramakla bir halt olmadığını arayıp bulamadığında değil,
aramadığında anlıyorsun. Mevzu da aynen bu.
Yüksek ihtimaller arasında gezinirken, zamanın
zamansızlığını hazmedip refaha ermek. Sırtı
yaslamak mesela. Yada omuzları biraz
düşürmek. Hayatın “fake” duruşlarına kanmamak. Akıntıların içinde çırpınmadan
ilk kayaya sarılmak ve biraz uzanmak. Suya bırakmak, düşünmeden. Savunmalarından
o basma kalıp ifadeleri çıkarmak hatta savunmamak bile. Sırtını yaslamak. Yüzünde
istemsizce oluşan o kırık gülümsemeye odaklanmak. Kimseye haklısın dememek,
kimseden onay beklememek yalnızca önüne geldiği gibi görmek, yani en azından görmeye
çalışmak. (aniden araya giren bir keman solosu)
Yük’lük olmak bir başarı değildir. Zoru başarmak ya da zor
olanı elde etmek gerçek bir başarı olmadığı gibi zor olması iyi olması anlamına
da gelmez. Kolay da iyi olabilir.
Savaşmadan, itip kakmadan, sürünmeden de kıymetli olabilir birçok şey. Çünkü
kolay olan değersiz değildir. Kolaylık veya zorluk göreceliyken üstelik.
Halüsinatif bir zaman algısında hangisinin aslında tam
olarak ne olduğunu bilemezken, ben neyi bilebilirim? Bilmeye zorlayabilirim? Veyahut
biliyormuş gibi yaşayabilirim? Ne için? Adımlarımı sıklaştırmak ile bir ağacın
altında oturmanın hiçbir farkı yok ki. Ama bilmeden dokunabilirim, bilmeden
dinleyebilir ve hatta görebilirim. Sahiplenebilir ve düşünebilirim bile. Her şey
ben’de.
Ben baktığım müddetçe varsa her şey, istersem gözlerimi de kapatabilirim.
b’2212